okuyorsunuz...
Likidite Riski, Reel Sektor

Uzun Vadeli Likidite Riski Yönetimi Neden Önemlidir?


Genellikle şirketler uzun vadeli likidite riski yerine kısa vadeli nakit riskini yönetmeyi tercih etmektedir. Bu durumun  piyasa koşullarıdan şirket ici dinamiklere kadar bir cok nedeni olabilir. Ancak uzun vadeli nakit akış tahminleri,  yatırım, riskten korunma ve kısa vadeli borclanma kararlarının alınmasında kritik rol oynamaktadır. Yatırım ve borclanma kararlarının da içinde bulunduğu bir nakit akış tahmin süreci, yatırım ve uzun vadeli borclanma ihtiyaclarını standart hale getirmekte, borclanma maliyetlerini düşürmekte ve de yatırım getirilerini ve verimliliğini artırmaktadır.

Nakit ve likidite yonetiminin en önemli adımlarından bir tanesi optimal nakit seviyesinin belirlenmesidir. Optimal nakit seviyesinin şirket içerisinde uygulamaya alınabilmesi için kısa vadeli (maksimum 1 ay) nakit akış tahminlerinin yanı sıra uzun vadeli ( maksimum 1 yıl) nakit akış tahminlerinin şirket içerisinde sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi gerekmektedir.

Peki uzun vadeli likidite riski yönetimi neden önemlidir? Optimal nakit seviyesinin de içinde bulunduğu  likidite riski yonetiminin varlığı için toplam 5 tane temel nedenden bahsedebiliriz. Bu nedenler aşağıda sıralanmıştır:

  • Kredi standartlarındaki beklenmeyen değişimlere uyum sağlamak
  • Sermaye yapısına esneklik kazandırmak
  • Elde nakit tutmanın alternatif maliyetini azaltmak
  • Kredi risk algılamasını korumak
  • Ektinliğin ve firma değerinin artırılması

Dilerseniz bu maddeleri tek tek inceleyelim.

a) Kredi standartlarındaki Beklenmeyen Değişimler

2008 kredi krizi ve ardından gelen ekonomik durgunluk ve karşılıklı güvenin sarsılması bankaların kredi standartlarında büyük değişikliğe gitmesine neden olmuştur. Bankaların olduğu kadar şirketlerinde krediye ulaşım kanalları tıkanmış ve maliyet azaltma (cost cutting), mevcut sermaye kullanımı veya  gerektiğinde sermaye artırımı yöntemleri ile yatırımlarını finanse etmişlerdir. Söz konusu dönemde sağlıklı bilanço yapısına ve tutarlı nakit akışlarına sahip olan şirketler söz konusu dışsal fonlama kaynaklarına olan bağımlığını azaltmış ve krizden daha az etkilenmişlerdir.

Avrupa borc krizi ve en son avrupa birliği ülkelerinin aldığı kararlar aynı şekilde kredi piyasasını olumsuz etkileyeceği kesindir. Borçlu ülkelerin borçlanma kağıtlarını elinde tutan bankaların hem sermaye artırımına gitmeleri hemde mevcut bilançolarındaki aktif büyüklüklerini azaltmaları kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda aynı şekilde 2008 krizi gibi kredi piyasasi sıkışacak ve şirketlerin ve bankaların söz konusu kredi kanallarına ulaşımı tehlike altına girecektir. Söz konusu kredi sıkışması hem şirketlerin kısa vadeli fon ihtiyaçlarını etkileyecek ve borç çevirebilme kabiliyetlerini azaltacaktır. Aynı zamanda uzun vadeli yatırımlar için fonlamayı daha pahalı hale getirerek şirketlerin toplam sermaye maliyetini söz konusu yatırımı sürdüremez boyutlara taşıyabilecektir. Bu gibi durumlarda şirketler yatırım için mevcut sermayelerine daha fazla ihtiyaç duyacak ve aynı zamanda maliyet azaltıcı önlemler alacaktır.

Sermayenin yeni yatırımlarda kullanılması net işletme sermayesini azaltacak ve kısa ve uzun vade nakit ihtiyaçlarını artıracaktır. Dolayısıyla kredi krizlerinde kısa ve uzun vadeli fonlama için net işletme sermayesi yönetimi ve uzun vadeli likidite yonetimi önemli hale gelmektedir.

b) Sermaye yapısına esneklik kazandırmak

Şirketlerin her zaman sermaye yapısına esneklik kazandırması gerekmektedir. Esnek bir sermaye yapısı, mevcut piyasa koşullarının değişmesine göre hem borçların yeniden finanse edilmesine hem de şirketin toplam sermaye maliyetini en aza indiren optimal sermaye yapısını belirlemesine yardımcı olacaktır.

Şirket, piyasa koşularında faiz oranlarının düşmesi sonucunda yatırımlarının finansmanı içerisindeki sermaye miktarını azaltıp finansal stres yaratmayacak ve karşı tarafın kredi risk algılamasını değiştirmeyecek seviyelerde yeniden borçlanabilir. Bu sayede şirket, toplam sermaye maliyetini azaltacak ve bu yolla yatırımcıları ve sermayedarları memnun edecektir. Söz konusu esnekliğin kazandırılması ancak ve ancak kısa ve uzun vadeli nakit akış tahminlerine dayanan likidite yönetimine bağlıdır.

Uzun dönem nakit akış tahmini, şirketlerin uzun vadede önünü görmesine, ödemelerinin büyük kısmını elde edeceği pozitif nakit akışları ile finanse etmesine ve bu vesile ile yarattığı ek borçlanma kapasitesini sermayede esneklik yaratmak için kullanabilmesine olanak sağlayacaktır. Başka bir ifade ile etkin net işletme sermayesi yönetimi sermayenin esnek olmasında önemli bir rol oynamaktadır.

d) Elde Tutulan Nakdin Alternatif Maliyetini Azaltmak

Atıl nakit (idle cash) belirli bir likidite seviyesinin korunması için finansal piyasalarda da değerlendirilmektedir. Ancak elde tutulan nakdin alternatif maliyeti ile söz konusu finansal piyasalardaki yatırım araçlarındaki mevcut yatırımı tekrar nakde çevrilmesi için katlanılan işlem maliyeti arasında bir ikilem mevcuttur. Bir varlık ne kadar likit ise varlığın nakde çevrilmesi o kadar ucuz olmaktadır. En likit varlık nakittir. Örneğin eldeki nakdin değerlendirmesi için şirket taşınmaz bir mal (arsa veya bina) alımı gerçekleştirir ise nakit sıkışıklığı durumunda söz konusu varlığın nakde döndürülmesi sırasında karşılaşılan maliyet, piyasa fiyatı ile  malın en kısa sürede satılmasını sağlamak için şirketin uyguladığı iskontolu fiyat arasındaki farktır. Dolayısıyla şirket, optimal nakit seviyesini belirledikten sonra  kalan atıl nakdi uzun vadeli yatırımların ve likidite riskinin dikkate alınmasından sonra yeniden yatırıma yönlendirebilir.

e) Kredi Risk Algılamasını Korumak

Kredi riski algılaması genelde kaldıraç ve likidite seviyeleri ile yakından ilgilidir. Kaldıraç (leverage) oranlarının yüksek olduğu şirketler genellikle kredi riski açısından daha riskli olarak değerlendirilir. Bu değerlendirme direk kredi veren kuruluşlar tarafından kredi fiyatlamasına dahil edilmektedir. Dolayısıyla uzun vadeli nakit ve likidite tahminleri yapmadan sadece dışsal kaynaklar ile likiditenin yönetilmesi şirketlerin borçlanmasını ve dolayısıyla kaldıraç oranlarını artıracaktır. Bu durumda hem şirket bankalar gözünde daha riskli konumda olacak hem de sonuç olarak daha yüksek maliyetlerden borçlanabilecektir. Hatta bazı durumlarda bu durum kaynak bulamama ve borcun çevrilememesi noktasına kadar gelebilmektedir.

Bunun dışında optimal nakit ve likidite seviyesini belirlerken şirketler aynı zamanda şirketin kredi riski algılamasını daha kötüleştirecek nakit seviyelerinden kaçınmalıdır. Nakit ve likidite seviyesinin belirli bir limitin altına düşmesi, söz konusu şirketin batma riskini bankaların gözünde artıracaktır.

Dolayısıyla kaldıraç ve likidite seviyelerin olması gereken seviyenin altında olması şirketin ileri vadelerdeki borçlanma maliyetini yükseltecektir. Aynı zamanda borçlanma maliyetinin artması şirket değeri hesaplanırken de önem arz etmektedir. Borçlanma maliyeti ne kadar yüksek olur ise şirketin değeri o kadar düşmektedir.

f) Ektinliğin ve firma değerinin artırılması

Eldeki atıl nakit kar payı olarak dağıtılabilir, elde tutulabilir veya yatırıma yönlendirilebilir. Bazı durumlarda üçü birden gerçekleştirilir. Yatırıma yönlendirilen nakit her zaman uzun vadeli yatırımcılar için tercih edilen yöntem olmuştur. Fazla nakdin yatırıma yönlendirilmesi gelecekte elde edilecek gelirlerin büyüme oranını artırmaktadır ve mevcut olan şirket değerine değer katmaktadır. Bu durumda risk odaklı optimal nakit ve likidite seviyeleri belirlendikten sonra eldeki nakdin mümkün olduğunca yatırıma yönlendirilmesi gerekmektedir. Eldeki fonların yatırıma yönlendirilebilmesi ancak ve ancak uzun vadeli bir planlama ve likidite yönetimi ile mümkün olabilmektedir.

Sonuç

Nakit ve likidite seviyesi, şirketin içsel kredi riski (şirketin kredi riski algılaması) ve dışsal kredi krizi açısından risk oluşturmayacak şekilde yüksek, aynı zamanda paranın elde tutma maliyeti artırmayacak ve şirketin değeri ve etkiliğini düşürmeyecek şekilde düşük olmalıdır. Bu kriterlerin belirlediği optimal nakit seviyesini içine alacak olan likidite riski, şirketin uzun vadede dışa bağımlığını azaltacaktır. Bu sayede şirket hem daha düşük maliyetlerde borçlanacak hem de eldeki likit fonların verimliliğini artıracaktır.

About Gunes Sari

Güneş Sarı, 2007 yılından itibaren Finansal kuruluşlarda Basel II, kredi riski, ve piyasa riski; finansal olmayan kuruluşlarda döviz kuru riski, faiz riski, emtia ve likidite riski konularını içeren çeşitli danışmanlık projelerinde görev almaktadır. Lisans diplomasını Yıldız Teknik Üniversitesi Iktisat Falkütesinde ekonomi alanında alan Güneş, yüksek lisans ögrenimini İsveç Goteborg Üniversitesinde Finans ve Endüstri Ekonomisi alanında tamamlamıştır. Güneş, PwC Amsterdam ofisinde finansal risk yonetimi alaninda çalışma hayatini surdurmektedir. Finansal risk yönetimi üzerine uzmanlığı bulunan Güneş, GARP (Global Association of Risk Professionals) tarafından verilen FRM (Financial Risk Management) sertifikasına sahiptir.

Tartışma

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum bırakın

Tum Yazilarim